“Nasıl Davranalım?”
Yeditepe, sayı 5, 1-15 Haziran 1959:3.
Objeyi, çoğu sanatçı doğadan alınandır sanıyor. Hayır, soyut ressamın da başlangıçta tuvaline koyduğu şeyler birer objedirler. İster doğadan alınanı olsun, ister soyut ressamın başlangıçta tuvaline koydukları olsun, bunlar resim bittiği zaman, sanatçının duygusunu belirten formlar haline gelmezlerse, yine obje katında kalmış formsuz şeylerdir. Ve resim de olmamıştır, bitmemiştir.
Hangi yoldan olursa olsun, resim yapmak için başlangıçta tuvale koyduğumuz şeyler, şuur altımızda taslak halinde varolan bir duygunun belirmesine yarayacak ilk hareket, ilk işarettir ve bu söze başlangıçtır. Amacımız bu duyguyu bir form gibi görebilmek ve göstermektir. Şu halde obje ile form ayrı ayrı şeylerdir. Form daha ilk bakışta bir öz taşıdığını gördüğümüz, yaşayan, canlı bir varlıktır. Objede ise bu hal yoktur. Ama objede başlangıçta bizim duygularımızı hareketlendiren bir şey vardır. Onda adeta kendi gücünü aşmış, dışarıya taşan bir kuvvet sezilir. Aslında bu kuvvet bizim ilgimizden doğmaktadır. O halde diyeceğiz ki, önümüzde bir obje vardır ve bu obje bizim şuur altımızdaki taslakla bağları olan bir objedir. Ve obje hiç şüphesiz eser için, yaratma için bir araçtır. Bir kere daha belirtelim ki; soyut yoldan giden sanatçının da tuvaline koydukları, renkler, çizgiler, biçimler, şekiller bir duyguyu belirten formlar haline gelinceye kadar objedir. Her biçim -form demiyorum- her obje, her motif dışta mutlaka var olan bir şeydir. Geometrik olanları da, renkler de öyle. Elimizdeki her araç özü olana=forma dönene kadar objedir. Resim yapmakla, bir şeyin resmini yapmak ayrı olaylardır. Bir şeyin resmini yapmak -bu bir karenin de olabilir- resim yapmak demek değildir. Resim yapmak yukardan beri söylediğimiz formu yaratmaktır. Ve bu form ne tamamıyla şuur altımızdan, ne de sırf herhangi bir objeden elde edilemez.
Kuvvetlerini aşmış obje madde ise, ondaki taşkın kuvvet bizim duygumuzdur. Ve bizim için değer taşıyan obje, resimi çizilmesi gereken obje, budur. Ama nedir ki kuvvet dediğimiz aslında objede görünmeyendir de. Ve obje üzerinde görülmeyip ancak duyulan bu gücü nasıl elde edeceğiz? Onu nasıl ne türlü davranıp bir form haline getireceğiz?
Artık, objeye karşı tutumumuzun, davranışımızın önemi sanırım ki belirmiş oluyor. Evet bu objeye nasıl davranmalıyız? Bence, objeye gözetici, koruyucu, açılıp, gelişmesini sağlayıcı bir tavır takınırsak, başarıya ulaşmamız mümkündür. Bu ise duyarlıkla, -sensibilite- ile objeye sahip olmak demektir. Resim yapabilmenin güçlüğü, zorluğu, o mükemmel formu yaratmanın çetinliği objeye sahip olamamaktan ileri geliyor. Çünkü çoğu zaman, sahip olalım derken hakim oluruz. Hakim olmaksa ayrı bir şeydir. Hüküm yürütmek, yukardan girmek, bilgelik taslamaktır. Bu tavrı takındığımız an obje derhal kendi üstüne kapanmış, o kuvveti, o gücü yitirmiş olur.
Objede görülen ve duyulanı, ancak objeye sahip olmakla elde edebiliriz. Duyulan ve görülen, bunlar öyle ikiz konular ki birbirlerini çağıran, birbirlerinden kuvvet alan, birlikte yola çıkan şeyler. Biri maddeyi, öteki duyguyu temsil eder. Fakat bunları biri başkasının özünde varmış, gibi ele almalıyız. Her biri sonuna kadar kendi yolunu yürüdüğü halde, biri ötekinin içinde erimez, biri ötekini aynı yola sokmaya çalışır. Çatışma anında bu ikiz konuyu kuvvet ile sezmek ve anlattığımız gibi kollamak, korumak lazımdır. Elbette ki çalışmamızın sonunda duygumuzu veren formu yakalayabildiğimiz takdirde, bu form artık bir obje değildir.
Yeri gelmişken şu deformasyon olayına ilişelim: Objenin kendi üzerine kapanması kuvvetlerini yitirmesi halinde, bir madrabazlık yolu da; Objeyi canlı göstermek için deforme etmektir. Ekspresyonist deformasyonu bu türlü madrabazlığa güzel bir örnektir. Ama sonuç nedir? Canlı gösterilmek için işkence edilmiş, yere serilmiş obje. Fakat yine obje. Ama Van Gogh işkence etmiyordu: Şu tarla, şu söğüt ne kadar Van Gogh, şu peyzaj nasıl da Cézanne dediğimiz olmuyor mu? Demek bu güçlü sanatçılar, öylesine yaratıcı ustalar ki, üzerimizdeki etkileri bize doğayı bile, onların açısından kabul ettirecek kadar kuvvetli. Bu adamlar objeye sahip olmasını biliyorlardı ve objenin kendi duygularına göre gelişmesini sağlayabiliyorlardı.
Demek ki, objeyi aynen almak kadar ona işkence etmek de işe yaramıyor. Kimseyi bir formun yaratılmış olduğuna inandırmıyor bu davranışlar. Öyle ise ne yapalım? Dürüst olalım; hangi yoldan olursa olsun dürüst olalım. Eserlerimizde bir olabilirlik ve formda reelle doluluk varsa, daha açık söyleyeyim, abstrenin ardından bile reel olan görünüyorsa memnun olalım.
Soyutun ardından bile reel görünüyorsa memnun olalım dedik. Bu, duyguyu adeta görmek ve duygulanış formu içinde onu belirtmektir. Eserde, gerçek -realite- duygularla biçim kazanır, bir form haline gelir. Resim sanatına yüz yıllar boyunca inandırıcı -ikna edici- bir gerçek olarak bakıla gelmişse, onun daima duyulanı bir gerçek haline getirebilmesi, duyulanı forme edebilmesi yüzünden olmuştur. Resim kendi deyiş araçları arasına efsane, din, moral, politik, illüstratif görüşleri bile sığdırabilmiştir deniliyor. Eğer resim bu görüşleri kendi deyiş araçlarıyla belirtebilmişse, bu onun, o çeşitli yollarda her zaman inandırıcı bir gerçek forma büründüğünü gösterir. (…)
(…) İsa’dan elmaya kadar her şey bahane edilebilir ve bunlarla idealler tuvale konabilir. Nedir ki bu ideallere bahane olan objeyi, duygulanış formunun idrakine kadar hiç elden bırakmadan, fakat aynı zamanda onun istilasına tabloyu uğratmamak için ideali de yitirmeden gitmeliyiz. Sonunda bu objeler öylesine kökten ve esastan bir form birliğine kavuşmalı ki, insan bu vaktiyle obje olanın, bu form haline gelişini kabul etmeli. İşte bu form reelle yüklü olanıdır. Şu halde daima çıkışımız bir dış görüntü olana bağlıdır. Aslını ararsanız, resimde şuur altımızdaki taslağın çağrışımını ancak objelerin varlığına borçluyuz. Bu münasebetler olmaksızın şuur altımızın da bir değeri olabileceğine inanmıyorum. Nitekim bugüne dek böyle bir münasebet kurulmaksızın şuur altının belirtisine rastlamadık. Ve soyut eğer şuur altımızın bir kromatik forma ya da plastik forma çevrilmesi ise ancak münasebet kurucu objenin araçlığı ile bu mümkündür. Böyle bir objenin varlığı soyutun bile ardından reel olanı gösterir, getirir. Form da inandırıcı olur: Evet inandırıcı olur. Şu açıdan da inandırıcı olur: Eğer resim bir yaşama gayreti, varlığımızın delili ve kendini serbest hissetme ise, eğer resim, bir yalnızlıktan, ayrılıktan kimsesizlikten, çaresizlikten kurtuluş yolu ise; salt şuur altı firarisi olmakla bunlar elde edilemez. Şuur altında bir istek halinde gömülü olan, ancak dış gerçeği doldurduğu zaman dünyaya, hayata yeni bir anlam yeni bir form veriyor demektir. Resim sanatında aranan, bu sanattan beklenen bundan başka ne olabilir?