GÖÇ

 


 

Çağdaş Köylünün Destanı

Bir edebiyat yazarı olarak resim sanatıyla ilişkim müzik, bale, tiyatro gibi çeşitli yaratı türleri ile ilişkim neyse, o kadar. Toplumsal değişimlere merak ve ilgimle eşdeğerde bile diyebilirim.

Belki hem ressam, hem de insanların, toplumların değişiminde büyük payı bulunan ‘göç’ olgusunun peşine düşen bir yazar olan John Berger’ in Görme Biçimleri’ nden de bu anlamda hayli etkilenmiş olabilirim. (Örnekse Almanya’ ya göçen işçiler üstüne yazdığı Yedinci Adam romanı ile Fransız Alpleri’ nin bir köyünde geçen Bir Zamanlar Europa’da adlı öyküler kitabı.) İnsanlık tarihi boyunca toprakla içiçe yaşamış köylülerin sanayi devrimi kışkırtısıyla akın akın yurtiçinde ve yurt dışındaki küçük-büyük kentlere göçetmeleri çağımızın büyük olgularından biri. Bu olgu karşısında J.Berger’ in öykülerine kır-köy coğrafyasının, bu coğrafya hayatının bitmekte olduğu, nerdeyse bittiği endişesini dile getiren denemeler de denebilir. Yerel coğrafyalardan hareketle dünyadaki bu hızlı ve büyük toplumsal değişim birçok şey gibi ressamın bakışını, düşüncesini de değiştirmekte, nesneleri görüşü bile farklılaşmaktadır. J.Berger’ in Görme Biçimleri’ nde resim, sonra da fotoğraf sanatına bakışımızı çeşitli açılardan değerlendirirken en başta şöyle diyordu : “Düşündüklerimiz ve inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler. (…) Tek bir nesneye değil, nesnelerle aramızdaki ilişkiye bakarız her zaman. (…) Görmekse bakmakla başlar ve sözcüklerden önce gelir.”

İçinde sanat, kültür heyecanı taşıyan bir izleyici olarak ben de görmeden önce ‘bakan’ yazarlardan biri olabilirim. Tıpkı Nuri İyem’ in de, sergilerinden çıkarabildiğim kadarıyla bakıp gördüğü, gördüğünü düşünce ve inançları çerçevesindeki etkileşimiyle yaptığı tablolarında fırçasının, boyalarının, hayallerinin sözcükleriyle, böyle bir dille ‘yazdığını’ sanmam gibi… İyem’ in ilk ‘göç’ tablolarından biri diye düşündüğüm ve Cumalı Galerisi’ nde sanırım 1970 başlarındaki bir sergide görüp Ankara’ daki kardeşimin evine armağan ettiğim tablosunu hatırlıyorum. Zaten aynı evde değerli ressamımızın dört beş kadar kadın portresi yanında asılı durmaktadır. İstanbul’ a ilk göçenlerden bir köylü ailesi TV çanak anteni altından sokağın ucundaki denize şaşkın ve hoşnut bakmaktalar ve TV kabloları ev-köy diye henüz ortaya çıkamamış gecekondu mahallesini (ya da mahallelerini) kucaklamaya doğru koşmaktalar. Bir çeşit sanal saldırı… Ortam buğulu…

Evin Sanat Galerisi’ nin düzenlediği Nuri İyem’ in GÖÇ RESİMLERİ sergisi, izleği önden seçilmiş özel bir sergi. Bu sergi için hazırlanan katalogda bir yazıyla yer almam önerisini belki de arada sırada ya da kimbilir belki sık sık ressamın yazarlaştığı, yazarın ressamlaştığı görüşümden hareketle kabul etmişimdir. Çünkü bilimsel bilgilerin hayata geçmesi, yaratı bilinciyle bütünleşmesine, bu da disiplinlerarası ilişkileri görmeye bağlı. Böylece işte ‘Göç Resimleri’ nin göçe bakışı üstüne yazıyorum; Hem de değerli ressamımız Nuri İyem’ in 1947’ de açtığı ilk ya da ikinci sergisinden sonra ‘Hamdi hocası’ Ahmet Hamdi Tanpınar’ ın şöyle demiş bulunduğunu sanatçının retrospektif sergisi kataloğunda okuyup öğrenmiş olarak : “Nuri bugünkü zenginliğine, bir yığın kudreti, olgunluğu bozarak geldi. Hatta ressamlarımızın içinde onu en genç yaşta birdenbire parlatan büyük visionnaire (altını ben çizdim) kabiliyetini bir zamanlar feda eder gibi göründü.” (Visionnaire’ e Türkçe olarak ‘gönül gözüyle görmek’ ya da ‘sezgiyle gördüğünü sanmak’ diyebiliriz.)

Anladığım kadarıyla İyem, iç gözüyle gördüklerini yeterli bulmamış, gördüğünü anlatma arayışı kadın yüz ve gözlerin bakışlarını enine boyuna anlamlandırmaktaki inadı gibi, göç resimlerinde de ısrarlı tekrarlarla sürdükçe sürmüş. Nitekim hocası yazar Tanpınar, aynı yazısını şöyle sürdürmekte : “(…) Nuri’ nin eseri, değişik çeşnileri birbiriyle kenetli bir kitaba benzer.”

Bence Sayın Tanpınar ‘kitap’ yerine pekala ‘roman’ diyebilirmiş. Ya da ben bir edebiyat eserinin kurgulanışı sırasında çeşitli boyutları birbirine kenetleme, bütünleme mutfağına yakınlığımdan ötürü bunu böyle anlıyorum.

Resim sanatımızın büyük ustalarından Nuri İyem, 1996 yılında kurulan Evin Sanat Galerisi’ nde bu sergisiyle de dünümüzü yarınımıza taşımaya devam etmekte. Geçen yıl galerinin 10. kuruluş yılı Çağının Tanığı Bir Ressam olarak bir Nuri İyem Sergisi ile kutlanmıştır. Sergi, 72 yıllık sanat hayatı boyunca ressamımızın yaşadığı, görüp anladığı zamana nasıl tanıklık ettiğini bilene hatırlatıp bilmeyene gösterecek eserlerinden bir seçmedir. Evin Sanat Galerisi Nuri İyem’ i ölümünün ikinci yılında da yine kendi evinde kendi renkleri, eğilimleriyle bizleri buluşturmayı sürdürmekte…Bu yılın baharında bundan böyle her yıl verileceğini öğrendiğimiz Nuri İyem Resim Ödülü de günümüzün genç yeteneklerini yarına taşıyacak anlamlı girişimlerden biri. Çağının Tanığı Bir Ressam sergisinde İyem’ in 72 yıllık sanat hayatı eserlerinden nefis bir seçki kataloğu da şu bilgiler eşliğinde izleyicilere sunulmuş bulunmaktadır :

“(…) Evin Sanat Galerisi, sanatçımızın kaybı sonrası, onun sergi açtığı ayda, farklı temalar içeren Nuri İyem sergileri düzenleyecektir. İki yılda bir yapılacak bu sergilerde, 2001 yılında gerçekleştirilen Nuri İyem Resimleri / Arşiv / Belgeleme Projesi ve Nuri İyem Retrospektif Sergisi’ nden yola çıkılarak, İyem’ in tüm sanat yaşamı boyunca irdelediği ve resmine konu seçtiği olgular, ana başlıklar altında toplanıp, bu temaları neden ele aldığı eleştirel yazı ve araştırmalarla desteklenerek, ressamın aynı temayı içeren eserleri bir araya getirilerek izleyicilere farklı koleksiyonlardan küçük dönemsel retrospektifleri görebilme fırsatı yaratılacaktır.(…)”

İşte bu projenin gerçekleşmesi : Göç Resimleri. ‘Küreselleşme’ gününe ne kadar uygun. Kanımca galerinin resim sanatına böyle bir yaklaşımı, Sanat ve Tarih, Sanat ve Felsefe, Sanat ve Siyaset, Sanat ve İdeoloji gibi disiplinlerarası alışverişi gündemde tutmanın güzel yollarından birisi. Görüldüğü gibi bu yılki serginin izleği ‘Göç’ tür.

Değerli ressamımızın kadın başları, yüzleri, ağız, göz ve bu gözlerin değişik anlamlarla yüklü bakışları tablolarınını görür görmez nasıl hemen “Nuri İyem!” dersek, onun ‘göç tablolarında’ adım başı estirdiği muzip hava vardır ya, bunu solumamak olacak şey değildir, gibime gelir. Bu hava, göç olgusunu insanın yeri yurdu derken, kendine de yabancılaşmasına duyulan ‘insani bir şevkattir’ de ondan. Çağımızın ‘çokkültürlülük’ yaklaşımına kapsamlı bir ‘dikkat’ işareti. Dünyada bugün gelinen nokta ise, kaosun da ötesinde tam bir katastrof. Göç üstüne tabloları hatırlatmanın, bu ‘köylü destanı’ nı okutmaya çalışmış romanlara, hikayelere, araştırma ve incelemelere dönüp yeniden eğilmenin zamanı. J.Berger’ in ‘köylü türü’ insanlık tarihinde nerdeyse silinmekte kaygısı, ta 30-40 yıl öncesine dayanmakta. Gelgelelim teknolojik güç egemenliği bu ‘soruna’, yani işte kaygının bu türüne gülüp geçmekte; ama sanırım korkudan kaçışın bir gülüşüdür bu. Çünkü, ne olsa, Max Frisch’ in dediği gibi : “İşçi isteniyordu, insan geldi.

Göç izleği tek başına bir ‘konu’ olmanın çok ötesinde. Aklıma Prof. Nermin Abadan Unat’ ın 40 yıl boyunca peşini bırakmadığı ‘dış göç’ çalışması geliyor. Bitmeyen Göç başlığı altında 2002 yılında Bilgi Üniversitesi katkısıyla yayınlanmış bir araştırma bu. Aslında araştırmaya bizim Almanya’ ya ‘işçi göçü’ dediğimiz, sonra da güldürünün avutuculuğuna sığınarak ‘köylüden işçi göçü’ diye de vaftiz eylediğimiz olguya eğilmek üzere girişilmiş, ama sanayi devriminden, özellikle de II. Dünya Savaşı’ ndan sonra dünyayı bütünüyle sarmış şu, ‘doğduğum yer değil doyduğum yer’dir yerim’ demeye gelen göçün çözemlenmesi… Bitmeyen Göç araştırmasına eğildiğim günlerin ardından Amerikalı tarih ve insanbilim profesörü Carter Findley’ in The Turks In The World kitabıyla karşılaştım ki, (bu yıl Türkçe çevirisi de yayınlanmıştır.) inceleme Orta Asya’ dan Mezopotamya’ ya ordan çok daha ötelere doğru uzanan bir göçün destanı. Bizim Tarih Vakfı’ mızın da bir üyesi olan Prof. Findley, kuraklıktan sulara doğru koşan böyle bir ‘göçmenliği’ otobüs yolculuğuna benzetir. Acıktıkça durulup inilecek, sulaklıklarda el yüz yıkanacak, kanasıya içilecek, ihtiyaç molaları verilecek, havaya, kara-kışa, yağmura güneşe bağımlı toprak insanı habire doğduğu yerden öteye, ‘doyduğu yer’ e doğru sefer eyleyecektir. Dünyada Türkler incelemecisi bu göçü otobüs yolculuğu ile simgelemekle yetinmemiş; her bölgenin el işlerini, çanak çömleklerini, halı ve kilim dokumalarını, mermer, ahşap oymalarını da ‘okuyarak’ düşünce ve inançları nesnelere bakışını etkilemesine göre çizgi ve motiflerden göç yaşamına değin anlamlar üretmiştir. Günümüzde dünyanın ‘çokkültürlülük’ peşindeki gidişatı gerçeğini anlamaya büyük katkı.

Nuri İyem’ in göç resimlerine ‘yerel’ gözlükle bakarken onun ‘çokkültürlülük’ katastrofunu anlamak peşindeki yolculuğunun insani boyuttaki katkısına da bakılmalı. Bu tabloların yerel boyutu ressamın bir öngörüsüdür. Nesnelere, insanın gövde hareketlerine, estirdikleri havaya bu açıdan günümüz koşulları çerçevesinde yeniden yeniden bakılmalı değil mi? Nuri İyem’ in bence hiç terketmediği ‘gönül gözüyle gördüklerine’ yakın bir bakışla bakarsak, çağdaş köylünün göç destanını, bütün insanların dünya köyüne göç destanı diye okuyabiliriz.

Sayın Prof. Nermin Abadan Unat alt başlıklarla dolu 6 bölümlük Bitmeyen Göç’ ün I. Bölümü’ ne şöyle girmekte : Göç hareketi insanlık tarihi kadar uzundur. Ancak her toplum kendi biçimlendirdiği tarihte yeni yaşam alanları bulma, yeni topraklara veya kazanç imkânlarına kavuşma açısından göç hareketlerine eşit ölçüde bir değer tanımamıştır. Türk toplumu bu kavramla geniş ölçüde ancak II. Dünya Savaşı’ ndan sonra tanıştı. Bu tanışıklık bireysel tarihlerden çok ‘toplum mühendisliği’ olarak adlandırılan planlama faaliyetleri ile gerçekleşti. Başka bir deyimle ‘göç’ bir devlet politikası unsuru olarak ele alındı. Türkiye’ nin toplumsal dokusunu büyük ölçüde değiştiren, Türkiye sınırları dışında etkinliği uluslararası ilişkiler ve örgütler yolu ile her gün duyulan göç hareketi 1960 askerî müdahalesinden sonra baş gösteren ekonomik sıkıntılar, işsizlik, döviz darlığı gibi etkenleri ortadan kaldırmak için düşünülen bir ‘demografik çözüm’ olarak ortaya çıktı.(…)

Peki bu ‘nüfusbilimsel çözüm’ ün çözümü nereye çıkmıştır? Bireyin, ‘bireysel tarihlerin’ gözardı edilmesine değil mi? Devletin kendi hizmetkarı gözüyle baktığı halkının hem devlete, hem kendine yabancılaşmasına değil mi? Sayın N. Abadan Unat’ ın çalışmasının en başında ‘bireysel tarih’ den özellikle söz açması, olgunun özüne parmak basması çok önemli. Kendileri bu önemi, araştırma kitabının Konuk İşçilikten Ulus-Ötesi Yurttaşlığa başlığı altındaki II. Bölümü’ nde ‘insanbilimsel’ sanat ve edebiyattan iki alıntıyla vurgulamış bulunmakta :

Almanyalar’ da Çöpçülerimiz Ne duruyoruz / Aylık bin yeşil mark. / Varalım, dağılalım, kartal Anadolu’ dan yeryüzüne, / Beyler altın uykularından uyanmak üzere, hadi / Yollarını temizleyelim, / Süpürgeler kocaman, / Al güneşten bile utanmadan, pis el, pis yürek. / Sığmazken atalarım güne, yarına, / Düşmüşüm vay düşmüşüm ben el kapılarına

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Hemen altında ise – benim omuzlarımı hafifçe dikelten, Mercedes tutkunu Alman işçisi kendine yabancılaşmış Bayram’ lar romanı ya da yolculuğundan bir alıntı :

…Boş her dakikasını bu Mercedes’i alabilmek için harcadığı günler. Durmadan iş saatlerini çoğaltıyor : Etti iki bin dokuz yüz mark. Haftada yirmi fazla saat daha yap. Etti üç bin dört yüz mark… Aklı hep son çıkan Mercedes’lerde.(…) Memlekette geçirilecek bir aylık tatil. Oraya öyle göz dolduran, köylüsü Ballıhisarlı’yı artık ‘İncegül Bayram’ diyerek kendisiyle alay ettirmeyecek bir araba için daha ne kadar fazla saat, fazla gün yapmak gerek?..Bir fikrin ince gülü olmaktan çıkmış, – yolboyu kazalar, şunlar bunlarla-güzelliğini, anlamını yitirmiş, nerdeyse birbuçuk ton ağırlığında çelik, demir, kromaj, lastik, yay, tel, civata karması bir ağır yük…Yarasa yarasa bizi geri götürmeye yarar bu artık.Geri, Münih. O da götürebilirse….

(Adalet Ağaoğlu, Fikrimin İnce Gülü,1976, 10. Basım.)

Bu göndermeler bizi dosdoğru Göç Resimleri’ne de göndermektedir. Çünkü Bitmeyen Göç araştırma kitabının bundan sonraki sayfalarının birinde şuna da mim konmakta: “(…) Dış Göç’ün yarattığı imgeler ve sorunlar hem Avrupa’da, hem de Anayurtta güzel sanatlara, edebiyata girmeye başladı.

Babamın deyişiyle çocuklarına “Ağzıboşa konuşmayın; laf olsun-torba dolsun’luk etmeyin” öğüdüne uyum anlamlarından biri olarak hiç ‘ağzıboşa’ popülistlik etmem yoktur, diyebilirim.Buna rağmen 1960’dan sonraki yıllarda ortaya çıkan göç olgusunu kendine sorun etmiş tablolara ilgi duymuşumdur. İlk ‘göç’ tablom, şairliğinden, yazarlığından ötürü tanışık bulunduğum Metin Eloğlu’nun Ankara’da sanırım 1969’larda falan açtığı sergisinden edindiğim ‘göç tablosu’. Sonraki de yukarda sözaçtığım Nuri İyem’in ki. Birincisi çıkınını arkasına atmış köyden ‘çıkış’, ikincisi TV kabloları altındaki ‘kente varış’tır.Köyün doyduğu yer ki, ne yer. “ Çağının Tanığı Bir Ressam’ımız Nuri İyem’in Göç Resimleri’ne bakıyorum. Boydan boya 1970-2001 arasındaki 31 yılda köylünün kente varış destanını okuyor gibi oluyorum. ‘Küreselleşmenin’ tarihini yazacaklara bir büyük sanatçı armağanı da bu olsun.

İnanılmasını dilerim, ben yerel ve evrensel planda sanatta göç yazısını yazarken Santralistanbul’da bir ‘göç konferansı’ yapılacağından haberim yoktu. Hem Evin Sanat Galerisi’nin Nuri İyem Göç Resimleri sergisi, hem bu sergi nedeniyle benim bu satırları yazmaya kalkışmış bulunmam ne büyük tesadüf! Basından öğreniyorum: Santralistanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları Merkezi ve Yunanistan Göç Politikaları Enstitüsü ortaklığıyla 9 Ekim günü “ Göç: Sanat ve Tarih Üzerine Düşünceler” başlıklı uluslar arası bir konferans toplanacaktır. Konferansa ve Yunan sanatçı Kalliopi Lemos tarafından tasarlanan ‘Devr’i Alem’ adlı yerleştirmenin açılışına ev sahipliği yapacaktır. Göç deneyimleri konusunda diyalog oluşturmayı teşvik etmek amacıyla düzenlenen konferans, çağdaş kültürde nüfus hareketleri gerçeği ile yurt ve ait olma kavramlarını irdelemeyi hedeflemekte…” Usta ressamımız Nuri İyem’in Göç Resimleri derken meğer gönül gözümün dili kulağıma ‘küreselleşme’, ‘çokkültürlülük’, ‘aidiyet’, ‘İnsanların dünya köyüne göç destanı’ diye boşuna fısıldayıp durmamış!…Ben Santralistanbul ‘göç’ konferansına yetişip gidemedim ama ‘Devr’i Alem’i teftiş boyunumun borcu olsun. Konferans izleyicilerinin konferanstan edindikleri fikirleri Evin Sanat Galerisi’nin Nuri İyem Göç Resimleri sergisiyle bütünleştirmeye gelebilecekleri umuduyla.

 

Adalet Ağaoğlu